30 Nisan 2010 Cuma

Görebildiğin Ve Duyabildiğin Her Şeyde Ben Varım - 1.Bölüm

"Beni o kadar uzaklarda aramana gerek yok. Ben senin görebildiğin her yerde, duyabildiğin her seste varım. Ama sen henüz buna hazır değilsin. Hazır olduğunda beni görecek, beni duyacak, ya da en azından sana seslendiğimi hissedeceksin. Sadece niyet et, ve sana gönderdiklerimi kabul et !" dedi bir ses, gecenin karanlığında.

Bütün gün zaten garip bir koşturmacayla geçmişti, doğru düzgün yemek bile yiyememiş, sadece iki sandviç ve kahveyle karnını doyurmuş, akşam eve geldiğinde ise yorgunluktan mutfağa gidecek bile hali kalmamıştı.
Üzerindekileri çıkarıp onları odanın köşesinde duran sallanan koltuğa doğru öylece firlatıp kendini yatağa bırakıvermişti.
Gözleri zaten yatak odasına girdiğinden beri yarı kapalıydı. Gözlerini açmaya bile yetmiyordu enerjisi. O da fazla direnmedi, bırakıverdi kendini uykunun o güvensiz kollarına.

Uyku halinden küçüklüğünden beri hoşlanmıyordu. 4 ya da 5 yaşında olmalıydı o zaman. Evlerinin yakınındaki bir yuvaya bırakıyordu her sabah annesi onu, ve akşam saatlerine kadar oradaki diğer küçük çocuklarla ve eğitmenlerle zaman geçirmesi gerekiyordu. Öğlen saatlerinde ise yemek sonrası bütün çocukları öğle uykusuna yatırıyorlardı, ve işte o zamanlarda başlamıştı uykuyla olan problemi.

Uykuya daldığı ilk dakikaların ardından yüzünü bir türlü göremediği, erkek mi kadın mı olduğunu anlayamadığı bir ses ona masallar anlatmaya başlıyordu. Doğal olarak o da masalı anlatanın annesi olduğuna inanmıştı hep. Hatta birkaç defa yuvadan akşam annesi onu almaya geldiğinde o gün dinlediği masaldaki kahramanı ve başına geleni anlattığında, annesinin yüzündeki dinlediklerinden hiçbir şey anlamadığını belli eden ifadeye şaşırmıştı. O anlatmıştı masalı, daha bu öğlen, nasıl olur da anlamazdı ki !...

Devamı - YARIN !...

28 Nisan 2010 Çarşamba

Ben Bıraktım Ya, Şimdi O Bana Tutunuyo !...

Aslında bunu daha önce de yaşamıştım.
Ve nedense unutuvermişim böyle olduğunu, hayatın bu şekilde işlediğini.
Ne zaman ki ben bir şeye ölesiye ihtiyaç hissediyorum, ya da sahip olduğumu canım pahasına koruma iç güdüsüyle hareket etmeye başlıyorum, işte o zaman hayatımın dengesi bozuluyor, doğal olarak benim de.
Ama öyle bir an geliyor ki, ya elimdekileri kaybediyorum ve istediklerimi de elde edemiyorum, "Amaaaaannn, neyse ne, önceden de yoklardı, şimdi de yoklar. O zaman da hayat devam ediyordu, bundan sonra da eder herhal !..." diyor ve hayattan gelen herşeyi olduğu gibi kabul etmeye başlıyorum, işte o zaman kendiliğinden oluyor bazı şeyler, ve de kendi iradeleriyle gelmeye başlıyorlar bana..
Galiba formül de bu zaten, daha doğrusu eşitlik aslında bir eşitsizlik aynı zamanda.
Yani x' in hiçbir koşulda y' ye eşit olmadığı, ve x+y' nin de tanımsız olduğu bir durum söz konusu.
Bilmem anlatabildim mi...

22 Nisan 2010 Perşembe

Biri Bana Bir Şey Anlatmaya Çalışıyor Galiba...

Ama ben anlayamıyorum !
Bunca yıldır hiçbir şeyin farkında olmadan nasıl da yaşamışım..
Belki de öyle yaşamaya devam etmek daha güzel olurmuş.
Ama bir kere bu yola girdikten sonra bu yolda çıkamıyor da insan.
Sanki girdiğin yol, mafya yolu...
Onca yıl hiçbir farkındalık kırıntısı bile olmadan, sadece para için, zevk için, başarı için ve de iktidar için mücadele edip durdum.
Ve o mücadelemde de son derece başarılı oldum.
Ne zaman ki hayatta başka şeylerin de varlığı düştü bir kere aklıma,
Hayatım işte o andan itibaren tepetaklak oldu.
Tam anlamıyla hayatımın altı üstüne geldi !
Ve ben henüz hayatımın altının olumlu bir yönünü göremedim.
Ve işte taa o zamandan beri sadece debelenip duruyorum, batmamaya ve boğulmamaya çalışıyorum.
Ama artık yoruldum.
Ve de umudum tükendi.
Sanırım en kötüsü de bu...