30 Eylül 2009 Çarşamba

Mutluluğu Tanıyan Var mı ?

“Yalnızca nefes almak, yeterli mutluluktur !” demiş Sokrates. E böylesine büyük bir filozof ve müthiş bir deha bunu söylüyorsa, hepimizin bunu bilip, buna göre yaşaması, dolayısıyla da mutlu olması gerekmez mi ?

Ama ben buna göre yaşayamıyorum. Nefes alabilmeme ve dolayısıyla yaşadığımın farkında olmama rağmen, öyle Sokrates’ in dediği gibi, mutlu olamıyorum.Öyleyse bende bir sorun olduğu kesin. Herhalde benden başka kimse bildiği bir şeyi yapamıyor olamaz, öyle değil mi ?

Ama öyle değil galiba. Zira öyle olsaydı, yani bu sorunu yaşayan bir tek ben olsaydım, etrafımdaki onlarca insan “ağlanacak en güvenilir omuz” olması sebebiyle bende sıraya girmezlerdi.

Ve ağlama sebepleri de, öyle ayrılık acısı, sevgiliyle ya da eşle kavga etme falan da değilken, ortada biz insanoğlunun geleceğini etkileyen çok ama çok önemli bir tehditle karşı karşıya olduğumuzu söylemek sorumluluğunu üzerimde taşıyorum.

Aksi takdirde yarın, ya da en geç öbür gün, bu komplo teorim gerçekleştiğinde, insanoğlunu önceden uyarmamış olmanın o ağır yükünü omuzlarımda taşıyamam, zira omuzlarım zaten ağlayan pek çok acı içinde başla dolu olacak.

Bu durum tespitini yaptıktan sonra, gelelim sorunun çözümüne, ya da çözümsüzlüğüne mi demeliydim, emin olamadım. Zira bu sorun, pek de öyle doktorun hastasına reçete yazması ve ardından reçetedeki ilaçları eczaneden aldıktan sonra günde 3 defa aç karnına gerekli ilaçları almayla geçecek türden bir hastalık değil.

Dünya üzerindeki bütün doktorlar kanser, AIDS gibi hastalıkların ilacını ararken, bence ondan çok daha önce bulunması gerekli olan, ve ilacı bulunamayan tüm o hastalıkların esas kaynağı olan “mutsuzluk” hastalığını iyileştirecek bir hap ya da aşı bulunsa, bence bunu bulan doktorun ya da laboratuarın sırtı ömür billah yere gelmez. Bilmem kaç milyar potansiyel müşteriyi düşünsenize, ne büyük bir pazar, ve de tamamen bakir.
Tüm girişimcilere duyurulur.

Yalnız ilacı bulur ve bahsettigim gibi kısa sürede “paraya para demezseniz”, beni de ucundan kenarından görürsünüz diye düşünüyorum, farkındalık yaratma ve konuya odaklanmanıza yapmış olduğum katkılardan ötürü...

29 Eylül 2009 Salı

Şu Hayatta Kaç Yanlış Yapma Hakkımız Var Acaba ???

Aslında herşey bebeklikten başlar, ebeveynlerimizin bizden sürekli olarak doğru şeyleri yapmamızı beklemeleri...

Yemek yerken ya da oyun oynarken içimizden geldiği gibi değil de, hep onların istedikleri gibi davranmamızı beklemeleri ta o zamanlardan itibaren bize öğretilen “yaşam biçimi” olduğundan, bebeklikten çocukluğa ve oradan da yetişkinliğe geçiş sürecinde bu yaşam biçiminden bir türlü kurtulamayız. Çünkü bu bize öğretilmiştir, ve biz, o saf büyümüş, ailesinin ve değer verdiği herkesin söylediği herşeyi “kutsal” kabul etmiş olan ve onları sorgulamak aklının ucundan bile geçmemiş olan biz, o saf oyuncaklar, kendimizi yaratcılarımızın beğenileri ve isteklerine kaptırmış bir hayat yaşar dururuz.

Ama bazılarımız var ki, onlar bebeklikten itibaren herşeyi yanlış yaparlar. Yemek yerken yanlıştırlar, uyurken yanlıştırlar, konuşurken ya da yürürken, hep ama hep yanlış yaparlar. Bu yüzden az azar yemezler, bundan dolayı büyüdükleri zaman ne cezalar alırlar. Ama bu yanlışlardır, onları hayatta denemekten ve hata yapmaktan korkmadan, içlerinden gelen şeyi yapma cesaretini onlara veren, ve iç seslerini dinleyerek hayatı yaşamaya iten.

Hayatta yanlış yaptığımızda ne olur, yani sonuçları açısından ne gibi felaketler bizi beklemektedir ?

Aslında bu soruyu hata yapmayı seven ve sevmeyen kişilere sorduğumuzda, alacağınız cevaplar birbirinin tam zıttı olacaktır, bu konuda size garanti verebilirim.

Bir taraf, “ne olacak canım, hiçbir şey olmaz, gereken dersi alır, bir daha aynı hatayı yapmayacak şekilde yoluma devam ederim” diyecek kadar hayata güvenli olup hayattan hep iyi şeyler beklerken – ki genelde de bu beklentilerini hayat boşa çıkarmaz, evet, maalesef bu böyle sevgili “negatifler !”, diğer taraf “hata yapmak mı, Allah korusun, aklıma bile getirmek istemiyorum, çünkü benim hata yapma lüksüm yok!” gibisinden felaket senaryosunun içine gömüverir kendilerini.

Buradan nereye mi geleceğim ?

Korkmayın canım, “hayatta ne ekersen onu biçersin” ya da “bir şeyi gerçekten çok istersen, onu elde edersin” tarzı “olumlu düşün, olumlu bir hayatın olsun” mesajı verecek değilim, zira onu zaten her yerde okuyorsunuzdur.

Benim söyleyeceğim şudur ki ;

Ey negatifler, ve hayatta yanlış ve yanlışlar yapmaktan korkanlar!
Gelin, önümüzdeki bir hafta boyunca, sürekli ama her anımızda, korkmadan, aldırmadan, hata yapalım.
Ve bakalım ne oluyor, ne gibi felaketler bizi bekliyor.

Kim bilir, bir bakmışsınız hayat aslında bizim sandığımız kadar da gaddar değilmiş.
Hatta tam tersine, yaptığımız hatalar bize yepyeni kapılar açıvermiş, ve siz de o kapıdan girme cesaretini gösterebilen birkaç “cesur yürek”, bugün sadece rüyanızda görebileceğiniz sahip olmak istediğiniz herşeye, maddi ve manevi, kişisel ya da toplumsal herşeye sahip oluvermişsiniz.

Olur mu diye soracak olursanır, ben derim ki olur, ama sen yapar mısın peki bunları diye soracak olursanız, ben yapmam, zira ben “hayatta hata yapmamanın yolları” dersinden tam puan ile geçenlerdenim.

Dolayısıyla bildiklerimi, daha doğrusu öğrendiklerimi bilmemezlikten gelecek, ya da unutmuş numarası yapabilecek biri değilim, yoksa başka bir sebebi yok, yanlış anlamayın...


24 Eylül 2009 Perşembe

Özür dilerim hayat senden...

Evet evet, çok özür dilerim,
Yaptıklarımdan, ve de yapmadıklarımdan ötürü çok pişmanım.
Ama sen de bana pek yardımcı olmadın, yanlışsam düzelt lütfen...

Çocuktum, küçüktüm, ya da böylesi daha kolay geliyor insana.
Ama daha o zamanlarda başlamış meğer,
Taşıyabileceğinden daha fazlasını taşımaya çalışmak,
Olduğundan farklı biri gibi görünmeye uğraşmak,
İçinden geleni söyleyemeden, içinden geldiği gibi davranamadan,
Herkesin senden beklediği gibi davranmak...

Ne komik, oysa çocukken "tek sorumluluğun derslerine çalışmak ve iyi notlar almak" der ya hep aileler.
Demek ki ben kendi kendime yaratmışım bir sürü ilave SORUMLULUĞU, ve de SORUN-LULUĞU.
Oysa ben çocuğum yahu, ne işim olur öyle şeylerle,
Hem benim kafam bile almaz ki öyle şeyleri...

Acısı şimdi çıkıyor işte,
Tam hayatının kontrolünü eline aldığını sandığın anda,
"Hooop, bi dakka birader, geçmişten gelen ve açıklanması gereken bir sürü konu var, bunları kim cevaplayacak ???" diye içinden bir ses seni olduğun yere yapıştırıverir.
Ve eğer şanslıysan,
Bu iç ses sana 30-35 yaşlarındayken seslenir, hadi bilemedin 40.
Yoksa daha sonra seslendimi, o sesi duyabileceğini bile zannetmiyorum.
Ve görüyorum ki, çevremde o sesini hiç duymamış öyle çok insan var ki.
Ya da duymuş, ama o duymamazlıktan geliyor.
Belki de o sesi, üst kattaki komşunun sesi zannediyor...

Peki, sesi duyduk, e sonra n'olacak ?
Valla benim anladığım, o ses habire birşeyler fısıldıyor,
Hatta bazen işi gevezeliğe vuruyor...
Ha bir de bazen o ses düşüncelerle karışıyor, zaten en kötüsü de bu.
Çünkü düşüncelerimle o iç ses birbirine girdi mi,
Hangisi doğru söylüyor, hangi ses hangisininki, ayırt etmesi çok zor...

Dolayısıyla ey hayat,
Biraz beceriksiz olabilirim, kabul.
Ama niyetim iyi, buna emin olabilirsin.
Bu yüzden de çok yorulduğum anlarda en azından,
Biraz yardım etsen diyorum...

23 Eylül 2009 Çarşamba

Kaç kaç nereye kadar, bir yerde durucam elbet...

Ne zamandır kaçasım var, herkesten ve her yerden.
Yanımda sadece birkaç kitap, bir de ipod...
Alıp başımı şöyle uzaklara gitsem,
Ve bir deniz kenarında dursam.

Şöyle ufak, ama şirin bir motelde geceyi geçirsem.
Motelin bahçesinde denize nazır bir masaya kurulsam.
Öyle çok fazla çeşit istemem, bana bir dilim beyaz peynir yanında da kavun,
Ama tatlıysa getiriver, yoksa kalsın.
Biraz deniz börülcesi, biraz da ezme yeter.

Bir ufak içerim bütün gece, zaten 4-5 duble bişey çıkıyor, Tekirdağ tabii ki.
Sen bunları getir, ben başlayayım hele, sonrasına bakarız...
Yol da yordu zaten, şimdi nasıl güzel gelir rakı.
Şerbet gibi, öyle fazla buz da koymayacan, tadını bozuyo zira...

Hele bi annemlere haber vereyim, iyi olduğumu,
Ondan sonra telefonu da kapatıcam,
Kimse ulaşamasın bana.

Hahhhhh, getir getir, suyun soğuk ama di mi, sıcak suyla hiç çekilmez bu rakı..
Koy koy, bardağın yarısına kadar doldur rakıyı, üzerinde onun yarısı kadar da su koyuver.
Bir de buz atıver sana zahmet, eyvallah, sağolasın...
Haydi bakalım, sağlığıma...

Kaçışımın bu ilk gecesinde, denize karşı, hava da nefis, o kadar açık ki,
Hiç öyle ışıkları yakmaya da gerek yok aslında, yıldızlar yeterince aydınlatıyo etrafı.
Bu kaçış beni nereye kadar götürecek, göreceğiz.
Belki üç gün, belki de otuzüç..
Ve nereye kadar gideceğim de meçhul.

Ama ben diyorum ki, hazır madem çıktım yola,
Madem bir sürü şeyi geride bıraktım, sırf aradığımı bulma amacıyla,
Ki ne aradığımı da bilmiyorum, ama bu yolculukta onu da bulacağımı umuyorum..
Bulana kadar, yola devam...

20 Eylül 2009 Pazar

Sevdim,konuştum,canım ne isterse yaptım....Yoksa yapmadım mı ???

Sokrates Yunan halkını fikirleriyle zehirlediği iddiasıyla zehirli iksiri içerek ölüme mahkum edildiğinde, 12 kişiden oluşan Yüce Mahkemenin hakimlerinden aklı başında ve vicdan sahibi (!) 3 hakim öldüren zehiri hazırlayan cellatı (!) ellerinden geldiğince yavaşlatmaya, ve Sokrates' e zaman kazandırmaya çalışıyorlarmış.

Ve hatta Sokrates' e, ülkeye terkedebileceğini, buna söz vermesi durumunda ölüm cezasını kaldırabileceklerini dahi teklif etmişler. Ama Sokrates "aşık olduğum bu topraklarda yaşayamayacaksam yaşamamın ne değeri var ki. Bu yüzden söyleyin o cellata, bir an önce hazır etsin zehiri, hemen içmek istiyorum" demiş.

Bunun üzerine hakimler Sokrates' e yeni bir teklifte bulunmuşlar, ve isterse Yunan topraklarında kalabileceğini, ama hiç kimseyle konuşmayacağına söz vermesini istemişler, hatta sokağa bile çıkmamak şartıyla ölüm cezasını kaldırabileceklerini söylemişler, bu teklifi Sokrates' in kesin kabul edeceğini düşünerek.

Ama Sokrates bu teklifi de "aşık olduğum topraklarda dolaşamadıktan, hele hele bu toprağın insanlarıyla düşüncelerimi paylaşamadıktan sonra, yaşamamın ne değeri var ki !" diyerek bu teklifi de reddetmiş, ve hakimlere son bir ricası olduğunu söyleyerek, o muhteşem son sözünü söylemiş :

"Nefes almak bile mutlu olmak için yeterlidir.
Bugüne kadar canım ne istediyse yaptım, içimden ne geldiyse söyledim.
Yaşamda tadılabilecek bütün zevkleri tattım,
Ve artık ölümü tatmak istiyorum, hem de bir an önce tatmak istiyorum.
Bunun için de sizden rica ediyorum,
Lütfen o zehiri bir an önce hazırlatın ki,
Gün doğmadan ölümü tadabileyim..."

Ve bunun ardından öldüren zehir hazırlatılır.
Sokrates zehiri içer, ve yaşamında deneyimleyemediği son şeyi de yaşayarak, sonsuz bir mutlulukla ölümü deneyimler...

17 Eylül 2009 Perşembe

Cesaret kaç para ???

Cesur olabilmeyi çok isterdim.
Sevdiğimi tüm dünyaya haykırabilmeyi,
Sevdiğime onu sevdiğimi söyleyebilmeyi,
Ve bunun için onun beni sevmesine ihtiyacımın bile olmadığını..

Çevremdeki insanlara, özellikle de benden çıkarı olduğunu bildiklerime,
"Cehennemin dibine kadar yolun var !" ya da
"Buraya kadarmış, burdan ileriye sen gelmiyorsun !" diyebilmeyi...

Küçüklüğümden itibaren istemediğim şeyleri bana her yaptırdıklarında anne ve babama,
"Bu yaptırdıklarınızı sırf siz istiyorsunuz diye yapıyorum, çünkü ben bunu istemiyorum" diyebilmeyi öyle çok isterdim ki...

Ve hayatımın geriye kalan kısmında,
Sevmediğim bir yerde çalışırsam eğer, oradan hiç zaman kaybetmeden uzaklaşacak ;
Sevmediğime emin olduğum biriyle berabersem, onu üzme ya da kırma korkularına saplanmadan ondan ayrılacak ;
Ve her an canım ne yapmak istiyorsa onu yapacak,
Kime ne söylemek istiyorsa, ona onu söyleyecek kadar cesur olabilmeyi diliyorum...

Yaşayacak kadar cesarete sahip olmak istiyorum !!!

11 Eylül 2009 Cuma

Fala inanma, falsız da kalma...

Bugün Nişantaşı' nın göbeğinde Valikonağı Caddesi üzerinde bir cafede Türk kahvesi içip, sonrasında da arkadaşımın ısrarı üzerine "ne kaybederim ki, baktırayım hadi" diyerek fal baktırdım.

Fal bakan kadın fincanımı açmadan önce benim adımı, sonra da annemin adını sorarak başladı işe.
İçimden herhalde GBT' mi çıkaracak diye geçirirken, fincanımı açtı ve ilk bombayı patlattı !

"Sizin kafanız son dönemde çok karışmış, ve karışıklık içerisinde bir yükselip bir düşmüşsünüz. Bu da sizi fazlasıyla yoruyor, ve birtakım cevaplar arıyor ama bir türlü bulamıyorsunuz. Bütün bunlardan dolayı da kendinizi çaresiz, yorgun, bitkin ve umutsuz hissediyorsunuz" demez mi...Zira ben fincanımı kapatırken "Allahım, ne zaman bitecek bu karışıklıklar, ve sorularımın cevaplarını ne zaman bileceğim, ne olur bana yardım et !" demiştim içimden, ve kadın bana bu yorumla başlayınca, tüylerim şööle bi dikiliverdi.

Bunun ardından artçı şoklar arka arkaya gelmeye devam etti..Önce biten evliliğim hakkında yaşadıklarımı bana yeniden anlattıktan sonra - eski eşimi tüm fiziksel detayları ile tarif ettiğinde, "tamam, şimdi anladım, kamera nerede ?" diye etrafıma bakınmaya  başladım, koptuğum an ise, özellikle son işimde sorun yaşadığım kişilerle işlişi verdiği detaylar oldu.

Bundan sonra her ay en azından 1 kahve falı baktırıla,
hatta bununla yetinmeyip bir kere de tarot falı ile sağlama yapıla...

5 Eylül 2009 Cumartesi

Özlem de var...


Özlem de var sanırım mutlulukta.

Eğer öyle olmasaydı,

Özlemini duyduğum şeyler,

Delicesine özlediğim kişiler beni mutlu edemezdi.

Ama özlüyorum işte,

Yanımda olmasını istediklerimi düşünüp,

Sanki yanımdaymışcasına O, mutlu oluyorum.

Ve biliyorum ki, o gün gelecek,

Er ya da geç, gelecek...

1 Eylül 2009 Salı

Yağmur



Bugün hava yağmurlu.

Ama ben artık yağmurlu havaları çok seviyorum, çünkü yağmurun hayatımızdaki tüm olumsuzlukları, kötülükleri ve korkuları temizlediğine inanıyorum.

Yağan yağmur damlalarının , içimizdeki tüm korkuları, endişeleri ve kendimizle ilgili olumsuz düşünceleri koparıp alarak içimizi tertemiz yaptığına, ve yağmurdan sonra çıkan gökkuşağının yardımıyla da içimize hayat enerjisi, sevgi ve coşku doldurduğuna inanıyorum

Bu yüzden de yağmuru çok seviyorum. Haydi yağmur, biraz daha yağ, hepimizin, herbirimizin içini tüm kötülüklerden, korkulardan ve endişelerden temizlemeden de durma sakın...