20 Kasım 2009 Cuma

Kızıyorum, Kızıyorsun, Kızıyor...

Ama gerçekten çok kızıyorum, sen de çok kızıyorsun, hele o, o kızgınlıktan kendini kaybetmek üzere...

Peki kime, neden ?

Sizi bilmiyorum ama ben en çok kendime kızıyorum. Ve biliyorum ki, bu aslında pek de sık rastlanan bir durum değil, zira yaşadığımız herhangi bir şey için başkalarını sorumlu tutmak, başımıza gelen herhangi bir olay için suçu (!) başkasına atmak en kolay seçenekken, ben tabii ki zor olanı seçerek, genelde sorumluluğu %100 üzerine alan o azınlıktanım.

Haa bunun için biri bana madalya mı taktı, ya da takmayı vaat etti ?

Yooo, bildiğim kadarıyla şu ana kadar bana bu konuda ulaşan bir bilgi yok. Gelirse tabii ki seve seve kabul ederim, ama olay o değil.

Olay şu ki, iş artık çığrından çıkmış vaziyette.

Nasıl mı ?

Şöyle ki, bir insan yaşadığı her ama her şey için kendini sorumlu tutarsa - ilk başta kulağa gayet hoş geldiğini itiraf etmeliyim, çok karizmatik ve havalı duruyor, ama olaylar karşısında genel olarak hissedilenler ve sahip olunan enerji düzeyi ise hayal kırıklığı ve bir süre sonra da tatminsizlik boyutuna ulaşınca - işte o zaman bu karizmatik ve yakışıklı “ruh-beden-akıl üçlemesi” bilgisayar diliyle “ERROR” yani hata vermeye başlıyor.

E bunu, bilgisayar gibi kapatıp yeniden açmak da mümkün değil sanırım, zira ben deniyorum ama beceremiyorum. Ne zaman kapatıp açsam, kaldığı yerden devam ediyor, özellikle de ruh ve akıl kısımları. Bunu “reset”lemenin bir yolunu bulan, ya da bilen varsa, Allah rızası için bana da söylesin, söyleyenin hakikaten 40 yıl olmasa bile, birkaç yıl kölesi olabilirim.

Bu süre içerisinde öğrendiğim bir şey var ki, o da kızdığım zaman - ki eskiden kızdığımın bile farkında değildim, “ben hiç kızmam ki !” falan gibi saçma iddialar peşindeydim - artık eskisi gibi kızgınlığımı görmezden gelmemek, onu kabul edip bağrıma basıp “aman da aman, ne de acı acı kızarmışım, hani de benim....” falan gibi garip oyunlarla onu kabul etmeye çalışıyorum hala.

Bu konuda en çok kızgınlığını ulu orta ona buna bağırıp çağıran ve böylece akşam evine gittiğinde içinde en ufak bir sinir zerresi bile bırakmamış olan insanları takdir ediyorum, gerçekten.

Belki o an itibarıyla pek sevimli görünmüyorlar, hatta “eh bu da sağlam bir dayağı haketti!” gibisinden tepkiler de çekiyor olabilirler, ama en azından varsa kızgınlığını içinde tutmuyor olması, onun açısından son derece olumlu görülebilir, yani görmek isteyene...

Ama ben yine de galiba öyle olmayı seçmiyorum, ehhh sonucuna da katlanacağım, n’apalım...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder