4 Kasım 2009 Çarşamba

Vezüv Yanardağı Sönmüş...

Yanardağa giderken gerçekten "acaba olur da yanardağ ben ordayken şööle bir hareketlenir de, ben de güzel fotoğraflar çeker miyim..." diye düşündüğümü itiraf ediyorum.


Circumvesuviana treni için Garibaldi tren istasyonunda trenin gelmesini bekliyoruz, hava durumunu kontrol etmeden "Vevuz' u gorecez, yaşasın, aman da aman, çok mutluyum" diye sevinen bir sürü benim gibi saf turist...

Halbuki nereden bileyim, bırak yanardağın ne halt ettiğini görmeyi, sen o kadar yol git, zira neredeyse yarım gün yollarda geçti, sonra hava bir boz, hiçbir şey göremeden, en tepeye bile çıkamadan geri dön !


Trenden Ercolana' da inip, bir de üzerine 16 € daha para ödeyip, Vezuv' e çıkıyoruz. Zaten yavaş yavaş yolda hava bozmaya başlıyor, ben ve yanımdaki Arjantinli olayın farkına varıp, o andan itibaren kendimizi geyiğe veriyoruz...

Olacak iş değil, ama ben elimden geleni yaptım gerçekten, yağmur çamur dinlemedim, şansımı en yukarı kadar zorlamak için hasta olmayı bile göze aldım, ama bir yerden sonra adamlar çıkmama izin vermediler, yukarıda hava çok daha kötüymüş...


Vezuv' e çıkış başlıyor, ama daha şimdiden sis çökmeye başladı..


Napoli' nin yukarıdan görünüşü...

Şimdi filmlerdeki dağcıların bilmem kaç bin metre yüksekliğe çıkarken neden o kadar çok üşüdüğünü daha iyi anlıyorum.



Sis giderek bastırıyor, ardından yağmur da başlıyor, hava sıcaklığı 5-6 derecelere kadar düşüyor, göz gözü görmez oluyor.





Ve sonunda bir noktadan sonra kontrol noktasında bizi geri döndürüyorlar, ve aşağı inmek zorunda kalıyoruz. Normalde saat 1' de bizi Vezuv' e getiren araç geri dönecekken, biz erken döndüğümüzü düşünürken, ki saat daha 12:40 falandı, meğer herkes çoktan geri dönmüş, aracın şöförü bize bir sürü fırça atıyor, "nerdesiniz, nerde kaldınız, herkes sizi bekliyor...." gibisinden...Neyse ki Italyanca anlamıyorum, hiiiiççç üzerime alınmıyor, aynen gülümseyerek yerime oturup "haydi şöför amca, götür bizi geri, zira karnım acıktı, Gino' nun yerinde pizza yemek istiyorum !" diyorum...

Gino' nun yerinde yenen harika bir pizzanın ardından sıra dün kapalı olduğu için gezilemeyen "Ulusal Müze" de. Avrupa' nın en eski müzesi olduğunu öğrendiğim bu müze, 16.yy' dan bu yana kullanılıyormuş. İçinde Farnese ailesine ait olduğu tahmin edilen yüzlerce hatta binlerce antik esere ilave olarak Pompei, Ercolano ve Cumae gibi antik şehirlerden çıkarılan heykeller ve incik boncuklarla dolu bütün müze.




Aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit' in oğlu genç ve çıplak (!) Eros - resmi sansürlemek istemedim, olduğu gibi yayınlıyorum :)


Ve tabii ki Afrodit !!! Aman Allah' ım, bu ne güzellik...


Ve bu da güçlü kuvvetli, vurdu mu oturtan, kodu mu yamultan, ama aslında içinde yumuşacık bir çocuk kalbi olan Herkül, Latince adıyla Hercules, böyle daha bir karizmatik geliyor çünkü kulağa...


Bu da Zafer Tanrıçası Nike


Julius Sezar
Müzeden çıktığımda hava kararmıştı. "Vay beee, ne çok zaman geçirmişim ilk defa bir müzede" diyerek bugün de keyifli bir günü geride bırakmış olmanın verdiği huzurla hostelin yolunu tuttum. Zira hostelde Giovanni yine bizim için yemek yapıyor, ve kesinlikle kaçırmak istemiyorum..

Yarın Palermo' ya gidip gitmeyeceğime ise henüz karar vermedim, hava durumunu kontrol ettikten sonra o konuyu da hallediyor olacağım.

Artık yarın size nereden yazarım, bilmiyorum. Hele bir yarın ola, hayır ola...

Ciao

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder