18 Ekim 2009 Pazar

Barselona 5.Gün

Ve günlerden Pazar, Barselona' da da haftasonu tatili.

Dün gece önce Orio' da muhteşem bir akşam yemeği yedikten sonra - gerçi hesap geldiğinde ufak çaplı bir arıza çıktı, ama fazla detaya girmeyeyim şimdi :) -  Harlem Jazz Club' a gittik, ve herkesin tavsiye ettiği şu yeri bir de biz görelim, bakalım neyin nesiymiş, şapkadan tavşan mı çıkarıyorlar bir bakalım dedik.
Programda salsa gecesi vardı, ve bu yolculuğumun bana kazandırdıklarının başında geliyor artık salsa, bu kesin. Zira günlerdir nereye gitsek salsa, sokakta salsa, parkta salsa, kulüplerde salsa. Allahları var, güzel de çalıyorlar adamlar, walla dün gece ben bile salsa yaptım, gerisini varın siz düşünün !... Gerçi Allah vergisi yeteneğim hiç de ööle yabana atılacak cinsten değil ama yine de bilene de saygı gösteririz, nitekim dün gece ben kendi çapımda salsamı yaparken - bu arada dediler ki, salsanın temeli çok basit, kalçanın üstü sabit kalacak, kalçadan aşağısını salacan, bir o yana bir bu yana, arada da eller ve kollarla destekleyecen - baktım yanımızda harbiden Kübalılar, Ispanyollar ve benzer milletten pek çok vatandaş, ben yürürken nasıl zorlanmıyorsam, onlar da o kadar rahat salsa yapıyorlardı. Tabii bu durumda bana kenara çekilip biramı içmeye devam etmek ve müziği dinlemek düşer diyerekten "cool Memo" pozisyonumu alıverdim hemen.

Neyse, 1,5-2 saat salsa yaptıktan sonra, "bu gece burda bitmez, bitemez !" diyerek ikinci kapı olarak Roxy Barselona' yi seçtik. Hayyyy seçmez olaydık ! Hadi Istanbul' daki Roxy' den alışığız, kapıda abuk subuk kalabalıklar, burada da mı aynı şey olur be kardeşim, bi de kapıda isim soruyorlar...Biz de "şans değil mi, bakarsın bizden habersiz birileri ismimizi yazdırmıştır, ya da en azından listede olan isimlerden tutturabilir miyiz acaba.." diyerek şansımızı denedik, ama maalesef...
Zaten ben de pek beğenmemiştim, içeride çalan müzikler de kötüydü. O yüzden iyi oldu gir(e)mediğimiz !!!

"Ikinci kapı arayışlarımıza cevap bulamayacak mıyız acaba ?" diye kara kara düşünerek öyle başıboş yürürken, karşımızda birden beliriverdi...İşte budur, Hard Rock Cafe Barselona... Daha kapısından girer girmez moda girdik zaten, zira fonda Depeche Mode çalıyor, bütün çalışanlar dahil herkes dans ediyor, e biz ne duruyoruz diyerek vurduk kendimizi bara, gelsin biralar, gitsin paralar...

Gece saat 3,5 gibiydi, otelimize döndük, ve doğal olarak Pazar günü diğer günlerden biraz daha geç başladı...

Pazar öğlen itibarıyla kahramanımız kendini yeniden Barselona sokaklarına atarken, bu sefer farklı yollardan giderek şehri keşfetmeye devam etti. Ana bulvarlardan biri olan Avinguda Diagonal' de yürürken, yanyana sıralanan resimdeki binaların köşelerindeki minare benzeri başlıklar dikkatimi çekti.



Sokaklarda yürürken şehrin farklı farklı yerlerinde birçok eğlence olduğunu gördüm. Adamlar eğleniyor kardeşim, sokaklarda şarkı söylüyor, resim yapıyor, hiçbir şey yapmasalar bira içiyorlar, hepsi de birbirinden eğlenceli...




Ilk durağımız, Palau de la Musica Catalana. Avrupan' ın doğal ışıkla aydınlanan tek konser salonu olan bu Modernista tarzı yapı, 19.yy' da yıkılan bir manastırın yerine yapılmış ve yapımı 1908' de bitmiş. Ama yapıldığı yer itibarıyla o kadar biçimsiz ki, sokakları daracık, cephenin farkına bile zor varıyor insan, ya da ben fotoğraf çekmekten sıkılmışım artık, baktım birileri birşeyin fotoğrafını çekiyor, ama herkes altalta üstüste, ne oluyor orada, adam mı ölddürüyorlar, yoksa çıplak kadın mı gördüler derken, meğer binanın ön cephesinde 2. katta üç bestecinin heykel başlarını çektiklerini anladım sonradan O besteciler de Palestrina, Bach ve Beethoven' mış, bunu da sizin için sordum soruşturdum. Haaaa ne işinize yarayacağını ben bilmem, bilmek de istemem...



Binanın köşesindeki heykel ise, kime ait dersiniz, dünden hatırlayabilirsiniz, hani şehrin koruyucularındandı, hatta Gaudi' nin yaptığı Casa Batllo' nun çatısında çektiğim fotoğrafta da açıklamıştım...Evet, kim söyleyecek, korkmayın canım, birşey yapmayacağım, kızmayacağım da...Iyi hadi, bu da benden olsun, Aziz George ve ejderha hikayesi hani, hatırladınız mı...Neyse, bu heykelde de Aziz George var, ve de diğer figürler de bir Katalan halk şarkısını anlatıyormuş. Hatta şu anda şarkıyı mırıldanıyorum, ama siz duyamıyorsunuz, di mi, tühhh....

Burayı böylece yalapşap geçtikten sonra :) sıradaki mekan olan Palau Guell' e doğru yol alıyoruz. Ve yolda ne görelim ??? Her Avrupa kentinde görmeye alıştığımız, ve dünyada her medeni kentin olmazsa olmazlarından Türk dönercisi...





Fesuphanallah dedikten sonra, Palau Guell' e geldim, ama ne göreyim, Pazar ve Pazartesi günleri kapalıymış. O yüzden alın size resmi, kısaca hikayesi de şu : bu bina Gaudi' nin Barselona' daki ilk işiymiş. Ve bu işi ona veren ağır abisi Eusebi Guell' in adı ile anılıyor bina, e tabi adam parayı vermiş, herhalde onun adıyla anılacak. Gaudi' nin adını verselerdi eminim Guell şimdi ahirette bile Gaudi' yi kovalıyor olurdu, zira adam binayı yapması için Gaudi' ye açık çek vermiş, o da sağolsun çeki açık bulunca bozdurup bozdurup harcayıvermiş. Söylediklerine göre bu binayı yapmak için harcanan para, o zamanlar Barselona şehrinin bütçesi kadarmış. Ay doğrudur yanlıştır, hiç bilmiyorum, çünkü görüyorum burdan, "hadi canım sen de, amma attın haaa, hem zaten binanın içine bile girmeden bize gidip gördüm diye anlatıyosun, biz de yiyoruz" diyo bazılarınız, çok da tınnnn...





Buradan da, sahildeki Denizcilik Müzesine gidiyoruz efendim. Ama söz, oranın içine giricez...







Bu büyük gemi, söylediklerine göre, zamanında Osmanlılar' la yapılan bir deniz savaşında kullanılan geminin birebir kopyasıymış. Katalanlar donanmalarıyla ve denizcilik anlayışlarıyla acaip gurur duyuyorlar, helal olsun valla. Bana pek bir şey ifade etmedi ya neyse...

Artık günün sonuna yaklaşırken, ikinci gün marinadaki parkta dinlediğim gruba rastlar mıyım acaba diye düşünerek aynı parka yürüdüm, ve ne göreyim, aynı grup canlı müzik yapmak için hazırlanıyorlar. Serildim çimenlere, aldım içeceğimi, önce kitabımı okudum, sonra grup başlayınca dinledim, eğlendim, pek de bi hoşuma gitti, paylaşayım dedim...

Bu arada Türkiye için yeni iş fikri arayanlarınız için alın size buradan bir uygulama örneği : bicing.
Şehrin her yerinde resimdeki gibi bisikletleri koymuşlar, veriyorsun saatlik para, istediğin yerden alıp istediğin yere bırakıyorsun. Tabii Istanbul' da bisikletle o kadar yokuşu kim çıkar derseniz, e onu da ben çözmeyeyim, yoksa zaten ben değerlendiririm fikri, size vermem...



Bugünlük de bu kadar.
Bu gece Barselona' daki son gecem.
Yarın akşam treniyle Madrid' e gidiyorum. Dolayısıyla yarınki yazımı muhtemelen bir sonraki gün yazabileceğim, tabii eğer trende wireless internet bulabilirsem, o ayrı...


Kalın sağlıcakla...

Buenos noches....

1 yorum:

  1. Memo, hepsi bir günde mi oldu bunların. orda gün kaç saat?
    Biz burda 24 den hesaplıyoruz...

    YanıtlaSil