27 Ekim 2009 Salı

Porto' ya gideriken...

Sabahın erken saatlerinde kalkıp ne zamandır doğru dürüst bir şey yazamadığımın farkında olarak, en azından birkaç satır yazma ihtiyacı hissettim, ve Lizbon' da özellikle son günümüzde gittiğimiz Sintra' ya değinmeden edemedim.

Gerçekten rüya gibi bir yerdi, ve kolay kolay unutacağımı hiç sanmıyorum orayı. Ve bence herkesin hayatında bir kere gidip, o kaleye çıkmasını ve kalenin duvarlarında yürürken Atlantik Okyanusu' nu seyredip, okyanusu dinlemelerini öneririm.

Evet saatler 11:00' i gösterdiğinde, ben trenime binmek üzere Lizbon Santa Apollonia tren istasyonundaki yerimi almış, trenin kalkış saati olan 11:30' u beklemeye koyulmuştum.





Tren tam saatinde hareket etti, ve yaklaşık 3 saat sonra Porto Campanha tren istasyonuna vardık.





Benim kalacağım hostel, şehir merkezinde olduğundan, Campanha' dan şehir merkezindeki ana tren istasyonu olan Sao Bento' ya gitmem gerektiğini öğrenip, o treni bekledim, ve yaklaşık 5 dakika sonraki trenle şehir merkezine indim.



Kalacağım hosteli bulmak çok kolay oldu, zira şehrin tam göbeğinde, ve ulaşım acaip kolaydı. Bu arada bundan sonra yurtdışı seyahatlerimde sürekli olarak hostelde kalmayı tercih edeceğimi şimdiden söyleyebilirim, ve bunun için en güzel kaynak da http://www.hostelworld.com/ . Bu seyahatte edindiğim en önemli kazanımların başında kesinlikle hostelde kalma deneyimi geliyor diyebilirim, o kadar çok insanla tanıştım, o kadar insanla iletişim kurdum ki, şimdiden beni misafir etmek isteyen Israil, Avustralya, Amerika, Isviçre ve Kanada' dan arkadaşlarım oldu, gerçekten inanılmaz, ve özellikle bu yolculuğumun ana fikriyle de o kadar uydu ki...

İşte size Porto' da kaldığım hostelden bazı manzaralar :


Burası mutfak, dışarıda bir bahçesi bile var, ve de muhteşem bir kedi..
Sabah kahvaltısı ve akşam yemeğinde kalan herkes masanın etrafında takılıyor, büyük bir aile gibi, harikaydı...


6 kişilik koğuşta, kalan tek erkek olarak ne kadar şanslı olduğumu tahmin edebiliyorsunuz herhalde :)
2 Avustralyalı, 1 Israilli ve 1 Amerikalı kız ile aynı koğuşta kaldım, ama gece hakkında başka detay vermeyeceğim, ısrar etmeyin...

Hostele yerleştikten sonra, kendimi dışarı attım, ve vurdum yokuş aşağı kendimi, Zafer Meydanı' na doğru.





Kahraman saydıkları IV.Pedro Anıtı

Buradan daha da aşağıya, sahile doğru inerken, genel olarak her şehirde olan, ama benim hiç binmeyi tercih etmediğim "City Seihtseing Tour" otobüsünün yanında kendimi haritada kaybolmuş şekilde buldum. Onlar beni, ben de onlari farketmiş olacağız ki aynı anda, otobüsün şoförü bana gitmek istediğim yeri tarif edebileceğimi söyledi. Ama benim spesifik olarak gitmek istediğim herhangi bir yer olmadığından, bu bir işaret diyerek, attım kendimi otobüse, ve "Hadi bu sefer de siz gezdirin bakalım beni !" deyiverdim.




Rio Douro - Douro Nehri boyunca otobüs bizi pek çok önemli yapıtın önünden geçirdi, bir yandan da kulağımızda kulaklıklarımızdan neyin ne olduğunu anlamaya çalıştık :)


Okyanus kıyısındaki meşhur fenermiş bu da, burada bilmem kaç yılında bir deniz kazası olmuş, onun anısına yapmışlar bu feneri..

Yaklaşık 1,5 saatlik gezinin sonunda, otobüs bizi yine şehir merkezine bıraktı. Akşam yemeğini ne yapsam, ne etsem, fazla da aç değilim diye düşünürken, önce hostele dönüp bir duş alıp sonrasında bakarım diyerek hostele geri döndüm.

Hostele döndüğümde aynı odada kaldığım Israilli Daphne benim yatağımdaki Hard Rock Cafe Madrid t-shirt' ümü görmüş, ve "biz de Madrid' e gidiyoruz, n' olur bize biraz anlatsana, nereye gidelim, nereleri görelim, biz de sana Porto hakkında bilgiler veririz..." deyince, oturduk hepberaber, ben onlara Madrid' i anlattım, hatta Madrid haritamı verdim, zira gittiğim her şehirde mutlaka bir yol planı çiziyor ve o plana göre geziyordum, mühendisim yaa tamamen ondan, planlı programlı çalışıyoruz, e o kadar da olsun yani, neyse, onlar da bana Porto' da nereleri görmem gerektiği hakkında bilgiler verdiler.

Bir bakmışız ki, saat akşam 10 olmuş. Sohbet, muhabbet derken yorgunluktan kafamın düşmeye başladığı saat 11 civarı, "kızlar, benden bu kadar, ben yatıyorum" diyerek ranzamın üst kısmındaki yatağıma huzur içinde yattım, kulağımda ipod, ve fonda Bruce Springsteen' den "Oh Mary, Don't you weep" eşliğinde öyle çabuk uykuya dalmışım ki, şarkının sonlarını hatırlamıyorum bile...

Iyi geceler, yarın görüşürüz...

PS: Bu arada Salı günü de Porto'dayım, Çarşamba günü öğlen uçağı ile önce Brüksel' e, oradan da Prag' a geçiyor, ve arkadaşlarımla orada buluşuyorum.

PS 2: Yaz başında yapmış olduğum Prag-Viyana seferinde trende tanıştığım arkadaşımla da mailleştik, onunla da buluşuyor olacağım Prag' da...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder