22 Ekim 2009 Perşembe

Madrid 2.Gün

Hola - "ola !" diye okunuyor, "merhaba" anlamında, baştaki "h" harfini söylemiyorsunuz, aklınızda olsun, yarın öbür gün gelirsiniz falan...

Öncelikle dünden borcum olan birkaç Madrid fotoğrafıyla başlayayım, zira bakıyorum da fotoğraf koymayınca okuyan da yorum yazan da az oluyor, reyting düşüyor...


Plaza Mayor - Geniş sundurmalar ve Arnavut kaldırımları ile döşenmiş bu meydan 200 m' ye 100 m imiş.17.yy' ın başında yapılmış, ve zamanında Ispanyol engizisyon mahkemeleri burada yapılır, infazlar da bu meydanda gerçekleştirilirmiş, na vahşet !!! Sonraları bu meydanı şenlikler ve kutlamalar için kullanmaya başlamışlar.





Puerta del Sol - bu da Madrid' in en işlek meydanı, ve aynı zamanda yüzyıllardır kentin ticaret merkeziymiş. On cadde bu meydanda kesişiyor, ve burası sıfır noktası olarak kabul ediliyor.



Meydanda en çok dikkat çekenlerin başında da, Ispanyollar' ın meşhur sherry markası Tio Pepe reklamı.
Herkes bunun altında resim çektiriyor, ve meydanın gayri resmi sponsoru gibi...

Madrid' deki ikinci günüm de yine ilk günüm gibi yağmurlu geçti. Ama şahsen yağmurla ilgili herhangi bir sorunum olmadığından, şeker de olmayıp erimeyeceğime göre, biz yolumuza bakalım diyerek vurdum kendimi yine yollara. Bu sefer mmüthiş bir güzergah planı yaptım kendime, uyup uymayacağımdan emin olmayarak, ama günün sonunda baktım ki, gayet de uymuşum plana, ve hatta tamı tamına gezmişim her yeri...

Bugün gezdiğim yerleri sırasıyla sayacak olursak ; Plaza de Colon, Biblioteca Nacional, Museo Arquelogico, Puerto de Alcala, Plaza de la Cibeles, Fuente de Apollo, Museo Thyssen, Fuente de Neptuno, Plaza Canovas del Castello, Museo del Prado, Estascion de Atocha, Centro de Arte Reina Sofia, Plaza Mayor ve Puerto del Sol...Daha ne olsun zaten, görüp görebileceğiniz yerlerin tamamı neredeyse bunlar, bir de bunlara ilave görülecek Parque del Buen Retiro ve Palacio Real var.

Önce ilk durağımıza giderken karşılaştığım birkaç ilginç fotoğraf ile başlamak istiyorum.


Endülüs tarzı bir tapas bar, ve mezeleri nefis, ben dün akşam denedim, ordan biliyorum...


Hiçbir anlam veremediğim, sorduğum kimsenin de ne anlamı olduğunu bilmediği bir heykel :)

Ilk durağımız Plaza de Colon. Buradan başlama sebebim, şehrin kuzeydoğu bölümünün merkezi olması.
Madrid' i tasarlarken şehir planlamacısı çok meşhur bir adamları varmış, adını hatırlamıyorum, adam öyle bir planlamış ki, şehri kuzeyden güneye ortadan ikiye, doğudan batıya da yine ikiye bölerek toplamda Madrid şehir merkezini 4 bölgeye ayırmış. Şehrin enlemesine ortasından geçen cadde, batıdan doğuya doğru Gran Via olarak geliyor, tam orta noktadan sonra Calle de Alcala olarak devam ediyor. Dolayısıyla her yer bu iki caddeye göre kolaylıkla bulunabiliyor. Aynı şekilde kuzey ve güney için de yine referans noktaları alınarak, gideceğiniz yeri bulmanız an meselesi.

Şehrin en geniş açık alanlarından olan bu alandaki heykel, tıpkı Barselona' da da olduğu gibi Kristof Kolomb' a ithafen yapılmış, ve heykelin yapım yılı 1885, ve Yeni Dünya' nın keşfini betimliyor bu heykel. Ama siz resimde bu heykeli göremiyorsunuz, çünkü yol çalışması sebebiyle üstünü örtmüşler - resimde Ispanya bayrağının hemen sağında kaplanmış olan heykel - .
Zaten şehir tam bir şantiye, her yerde bir yol çalışması, kaldırım diye bir şey yok, felaket bir halde koca Madrid !!!



Oradan artık şehirn güneyine doğru dönüp Passo Recolettos' tan aşağıya doğru inmeye başlıyoruz.

Bu arada karşıma çıkan şu heykeli fotoğrafını koymazsam olmaz, zira şehrin bu şantiye haline o bile isyan etmiş gibi geldi bana, bilmem siz ne dersiniz...


"Vay başıma gelenler, bu günleri de mi görecektik" diyor sanki...

Karşımıza ilk gelen - peki tamam, sağ tarafınızda göreceğiniz bina - Ulusal kütüphane, nam-ı diğer Biblioteca Nacional. Maalesef Madrid' deki hiçbir binanın içinde fotoğraf çekimine izin verilmiyor. Dolayısıyla sadece kapılarında sizin için poz verebildim. Aslında kütüphanedeki Seferad fotoğraf sergisinde kaçak kaçak çekiyordum ki, yakalandım, "ben turistim, anlamıyorum ne yazdığınız, sizi de anlamıyorum" falan diye yırttım...





Bu arada Seferadlar, 1492' den 1950' lere kadar Ispanya dışında yaşamak zorunda kalmış olan Ispanyol kökenli Yahudiler. 1492' de Ispanya dışına sürülmüşler, ve o zamandan itibaren yaklaşık 450 yıl boyunca Ispanya' ya hiç dönememiş, bu arada çoğunluğu Israil' e, kalanları da dünyanın dört bir yanına dağılmışlar. Ne zaman ki Franco öbür dünyaya tayin olmuş, zavallım Seferadlar' a o zaman "hadi buyrun, gelin geri" demişler, ama onlar da gururlu çocuklarmış valla helal olsun, çoğu dönmemiş...

Sonraki durağımız da, kütüphanenin hemen arka köşesindeki ulusal antrepoloji müzesi. Normald hiç işim olmaz bu konuyla, ama ne hikmetse, içeri girdim, ve bir ilgimi çekti, anlatamam..



Demek ki sorun bende değilmiş, anlatanlardaymış. Adamlar öyle güzel yazmışlar ki, okumaya doyamadım. Tarih öncesi çağlardan yani 1,2 milyon yıl öncesinden başlayıp, günümüze kadar insanoğlunun gelişimini Yunan uygarlıkları, Roma uygarlıkları, Mısır ve doğu uygarlıkları şeklinde öyle güzel anlatmışlar ki, bayıldım, bayıldım...

Burayı da terkedip yola devam edince, önümüze Puerta de Alcala kapısı geliyor, şehrin doğusunu batıya bağlayan ve kuzey ile güneyi ortadan ayıran geçiş yeri burası..



Buradan tekrar batıya dönüp, müzelerin olduğu ana bulvara, Passeo del Prado' ya geçiyor, ve bu arada acıkan karnımı harika bir Ispanyol öğle yemeği menüsü ile doyuruyorum.


Standart bir Ispanyol öğle yemeği : platos complatados



Plaza de La Cibeles

Plaza de La Cibeles' deki ortadaki heykel, Madrid' in en sevilen sembollerinden biri olan Yunan bereket tanrıçası Kibele' ye ait. Bu heykelde Kibele, iki aslan tarafından çekilen bir arabada otururken tasvir edilmiş.


Palacio de Communicaciones - Madrid Postanesi

Meydandaki Madrid Merkez Postanesi, bir postaneden çok bir sarayı andırıyor. Binanın yapım yılı 1919, ve yakın zamanda buraya belediye yerleşecekmiş.

Parktan aşağı yürüyerek, Thyssen müzesinin de olduğu meydana geliyoruz, ve ilk gözümüze çarpan Fuente de Neptuno, yani Neptun çeşmesi. Bu bölge, Avrupa' nın en önemli 3 müzesini aynı anda barındıran çok önemli bir yer : Museo Thyssen, Museo del Prado ve modern sanatlar müzesi Centro del Arte Sofia Reina. Ancak maalesef bu müzelerin hiçbirinde fotoğraf çektirmiyorlar, üzgünüm, kendiniz gelip göreceksiniz. Haaa unutmadan, özellikle Prado müzesi akşam saat 6' dan sonra beleş, önemli bir detay...


Thyssen Müzesi - 1992' de açılmış bu müze, ve söylediklerine göre Ingiltere Kraliçesi Elizabeth' inkinden sonra bir şahsa ait olan ne geniş koleksiyona sahipmiş. 13.yy' dan günümüze kadar pek çok eser var içeride ; Rembrandt, Van Dyck, Durer, Monet, Renoir, Van Gogh ve daha daha...



Prado Müzesi - Madridliler bu müzeyle gurur duyuyor - niyeyse, pek anlamadım ! -
Dünyanın en büyük Ispanyol tabloları koleksiyonu var içeride, eeeee, yani ???
Zaten beni daha çok Ispanyol hazineleri cezbetti, o kadar altın, bronz, adamlar nerdeyse yiyecekleri yemekleri bile altına batırmışlar, yuhhhh yani...
Müze 1819' da Kraliyet Müzesi olarak açılmış ve 1868' de Prado Müzesi adını almış.
8600 tablo varmış içeride, ssen kaç tane gördün diye sorarsanız, 50-60 tane sonrası daraldım, kendimi dışarı zor attım :)



Değişik bir başka deneyim için, Prado müzesinden çıkıp aşağı doğru yürümeye devam edip, Plaza del Emperador Carlos V' e geldiğimizde sol tarafta kalan Botanik Bahçesine girdim.



Dünyanın dört bir yanından çiçek ve ağaçları getirip buraya dikmişler. Çok enteresan ağaçlar var, özellikle Afrika ve Uzakdoğu' ya ait bitki örtüleri gerçekten görülmeye değer...


Kendileri Japon olur, baksanıza nasıl çekilmiş dalları...


Bu da Güney Amerika' dan, ne de sıcak duruyor, turuncu turuncu...



Bahçeden de çıktıktan sonra, şehrin en büyük tren istasyonuna da uğramadan olmaz diyerek - ben de hazır gelmişken nereye gitsem acaba diye düşündüm ve birkaç aksiyonda bulundum, itiraf ediyorum... - istasyona girdim. Nerde bizim Haydarpaşa, nerde Estacion de Atocha, yorumu size bırakıyorum.





Burayı da terkettikten sonra, istasyondan artık şehir merkezine bir geri dönüş yapıyor, ve yol üzerindeki yukarıda da belirtmiş olduğum modern sanatlar müzesine de giriyorum. Ama artık müze görmekten daralmış durumdayım, acilen biraya ihtiyacım olduğunu söyleyebilirim...


Modern Sanatlar Müzesi - Reina Sofia

Buradan çıktığımda karnım çok acıkmış olduğu için - yalaaann, asıl canım bira istediği için - , ve artık ben de yarı Ispanyol sayıldığım için - bu arada saatimiz 5,5 falanı gösteriyor - kendime güzel bir ara öğün çekiyorum : bocadillo de calamares ve cerveza...Bildiğiniz ekmek arası kalamar, başka bir numarası yok...



Ve artık yeniden şehir merkezine dönüşe geçiyorum, zira artık saat 6' yı geçiyor, ve ben daha otele gidip duş alıp, üzerimi değiştirip biraz da dinlendikten sonra, akşam yemeği için Hard Rock Cafe Madrid' e gideceğim, ve bol bol içeceğim...

Bugünlük de bu kadar millet, yarın Madrid' den ayrılmayı planlıyorum. Ama nereye ve kaçta bilet bulurum, Allah kerim. Planım ise, yarın yani Perşembe akşamı treniyle Lizbon' a gitmek, dolayısıyla Cuma gecesini Lizbon' da geçirip daha sonra Porto' ya çıkmak, ve haftasonunu da Porto' da geçirmek.

Adios...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder