29 Ekim 2009 Perşembe

Kalbimi Porto' da bıraktıktan sonra, yeni istikamet Prag...

Yolculuğun en keyifli bölümlerinden biriydi Porto gerçekten de.

O kadar güzel bir şehir, insanlar müthiş sıcak ve sevgi dolu, insana kesinlikle kendini yabancı hissettirmeyecek türden bir yakınlık görünce insan ister istemez seviyor oluğu şehri.
Kaldığım hostelde daha önceki yazıda bahsettiğim oda arkadaşlarım ikinci gün ayrıldılar, onların yerine yenileri geldi, ve muhabbet aynen kaldığı yerden devam etti.

Ben kendimi "traveller" olarak adlandırmaktan tam hoşlanmaya başlamışken, hostelde tanıştığım Avustralyalı, tahminen 30-35 yaşlarındaki çift, tam tamına 11 haftadır yolda olduklarını, ve özellikle de Ispanya' nın kuzeyini doğudan batıya 3 haftada yürüyerek geçtiklerini, Santiago de Compostela' dan da otobüsle aşağıya inerek Porto' ya geldiklerini anlatınca, susmam gerektiğini, ve daha gidecek çok yolum olduğunu anladım.

Ama bu, sonu olmayan bir yol gibi gelmeye başladı zaten bana da. Sadece aralarda durup dinlenmek, e belki biraz çalışıp para kazanıp yeni seyahatlere çıkabilmek için cebi doldurma şeklinde bir ara süreç olarak bakıldığında, aslında çok da korkutucu gelmiyor bana artık.

Bu yüzden de Istanbul' a döndükten sonra bir süre bu yolculukta kendimde bulduklarımı uygulamaya, diğer yandan da yeni yolculuklar için yeni yerler belirlemeye ve bunun için en uygun zamanı beklemeye başlıyorum.

Neyse, sonuç olarak kalbimin bir parçasını Porto' da, ama çok büyük değil, zira bir parça Barselona, bir parça da, ki diğerlerinden daha büyük bir parça olduğunu itiraf etmeliyim, Lizbon' da bıraktıktan sonra, "e bana da kalsın, ileride de ihtiyacım olacak !" diyerek, Prag' ın yolunu tuttum.

Hostelde çıktıktan sonra 2 dakika mesafedeki metroya binip taaaa havaalanına kadar metroyla gidebilmek ne kadar büyük bir lükstür, herkesin yaşaması lazım. İnsana ayrı bir tatmin ve mutluluk veriyor, ya da ben artık kafayı çiziyorum, böyle ufacık şeylerden mutlu olabiliyorsam, ben oluyorum galiba :)





Bu mutluluğu yaşadıktan sonra, havaalanına giriş yapıp, bavullarımı Prag' a kadar gitmek üzere bağlatıp biniş kartlarımı da alıp, önce bir lounge denemesi yaptım, hani belki yerler, ama yemediler :) Ben de her normal vatandaş gibi gidip aşağıdaki halka açık cafelerden birinde oturup, Brüksel' e gidecek uçağımı beklemeye koyuldum.






Portekiz Havayolları' nın minicik Airbus uçağında exit kısmını kendime kapatarak, dalga geçmiyorum, herhalde bu sadece bizde var demekki dedim kendi kendime, zira ben özellikle exit koltuğu istedim, uçağa bindiğimde gördüm ki, sadece ben exitte oturuyorum, "e o zaman tadını çıkaralım yahu" diyerek yayıldım da yayıldım. Gelsin kahveler, gitsin kolalar, arada "fotoğrafımı çekebilir misiniz lütfen ?" diyerek son derece şirin ve sıcak hostes ablamızla da oldukça samimi diyaloglar içerisinde 3 saatin nasıl geçtiğini anlamadım bile...







Ve artık iniş zamanı, "lütfen tüm elektronik cihazlarınızı kapatınız !" uyarısıyla, ben de fotoğraf çekmeye bir son veriyorum. Ama iniş sırasında alın size biraz Brüksel' in havadan görünüşü :





Artık Brüksel' deyiz, ama görüp göreceğim tek yer havaalanı. O da çok enteresan değil, tahmin edebileceğiniz gibi.



Ve akşam saatlerimiz 18:50' yi gösterdiğinde Brussels Airlines' a ait uçak Brüksel' den havalanarak yaklaşık 1 saat 40 dakikalık bir uçuşun ardından Prag Ruzny Havaalanı' na indi.

Artık Prag' dayım, ve önümüzdeki birkaç gün, tam olarak kaç gün olduğunu bilmiyorum, zira hala dönüş bileti almadım, bakarsınız kafama eser, buradan başka bir yere gidiveririm, ne yapacağım belli olmaz, ama sonuç olarak önümüzdeki birkaç gün Prag' da eski arkadaşlarla birlikte olacağım..

1 yorum:

  1. Kuzen dönüşte domuz sosis getir, önce marine eder ardından nefis ızgara yaparız, yanına da buz gibi Budweiser...

    YanıtlaSil