5 Ekim 2009 Pazartesi

Kazanan Her Koşulda Ben Olacağım...

Hayaller, hayaller...

Kimi zaman kendimizi dünyanın en güçlü insanı gördüğümüz, kimi zamansa sadece sevdiğimizle birlikte bir sahil kasabasında öylece yatarken kendimizi düşlediğimiz, bilinçaltımızın yüzde yüz egemenliğini ilan ettiği günün o en yaratıcı saatleri...

Bilincimizle yaşadıklarımıza inat, bilinçaltımız kendini sadece hayallerle ifade edebilmekte, ama bu kısıtlı zaman zarfında aslında çok büyük işler çıkarabilmektedir. İş ki, onun bizim için ortaya koyduğu kurguya “hadi canım sen de, ben bunu hayatta yapamam ! Ama yine de hayal etmesi bile güzeldi.” demeyegörelim. İşte bizim bilincimizle koyduğumuz kesin tavır, ve bu hayalin gerçekleşemeyeceğine ilişkin vardığımız kesin yargı, bilinçaltımızı bilincimizle sonu gelmez bir mücadeleye, ve kazananı kendine hakim olup sakin kalabilenin belirleyeceği bir savaşa sürükler.

Aslında bilinçaltımızın çok önemli bir avantajı var bu mücadelede. Çünkü o, her ne kadar biz çoğu durumda reddetsek de, ve hatta kanımızın son damlasına kadar kabul etmemek için dirensek de, ruhumuzla işbirliği halindedir, ve dolayısıyla ruhumuzun neyi istediğini birinci elden öğrenme, buna göre de davranabilme şansına sahiptir. Neden yaşıyoruz ki ? Ruhumuzu doyurmak, onu beslemek, ve daha önce yaşamadığımız tecrübeleri yaşayarak yeni kazanımlar elde etmek içinse eğer, o zaman ruhun suyuna giden, onunla en yakın ilişkiyi kuran, mücadeleye bir adım önde başlıyor diye düşünülebilir. Ama bu demek değildir ki, mücadeleye önde başlayan, her zaman önde bitirir. Nitekim çoğu zaman da böyle olmuyor. Özellikle de bilincin bilinçaltına şiddet uyguladığı ve diktatörlük rejimi ile bedeni yönettiği durumlarda, bilinçaltı bırakın ruhun isteklerine göre hayal kurmayı, elindeki bu imkanı bile bilincin emrine sunabiliyor. Ve işte bu durumda, o bedenin o ruhu beslemesi, ve o ruhu özgürleştirmesi neredeyse imkansız.

Verilmesi gereken karar, bugün için mi yaşamalı, yoksa yarın için mi.

Çünkü eğer önemli olan, bugünü nasıl geçirdiğimiz ise, o zaman ruhumuzu, iç sesimizi dinleyeceğiz, zira zihnimiz, bilincimiz bugünümüzle ilgilenmez. Onun esas odağı, yarındır, şu anda olmadığımız yerdir, ya da şu anda sahip olamadıklarımız, gidemediklerimiz, alamadıklarımız. Ama yarın neyi nasıl yaşayacağımız, neye sahip olacağımız ya da nereye gideceğimiz ise, ruhumuzun etki alanının dışına çıkmakta, onu etkisiz, yetkisiz ve güçsüz kılmaktadır. Ve maalesef ruhumuz güçsüz kalmayı sevmez, etkisiz olmayı kabul edemez, çünkü onun vücut bulma amacı güçtür, gücü kullanmak, kullandırmak ve bu sayede hayatı yaşamaktır. Hayatı yaşamadığı, anın tadını çıkaramadığı yerde ruh zayıf düşer, ve “yaşayan ölü” görünümüne büründürür insanı.

Ben yaşayan ölü de oldum, ışık saçan kişi de. Ve ışık saçmak benim daha çok hoşuma gitti, ne yalan söyleyeyim. Bu yüzden şu aralar ruhla daha bir içli dışlıyım, ve bu durum biliyorum ki zihnimin pek hoşuna gitmiyor. Aramıza nifak tohumları attırıverdiğini yakalıyorum bazen, ve yumuşak bir dille kendilerini uyardığım çok oluyor bu aralar, zira o da lazım bana, onsuz da olmayacağını gayet iyi biliyorum.

Ama teslimiyet ise beklediği benden, onu elde etmesi biraz zor. Hele bu saatten sonra...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder